Bu Blogda Ara

6 Aralık 2010 Pazartesi

Kınıkoğlu: Krizin Kazananı Kaset Olayının Arkasındakiler...

Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olurken Önder Sav'dan aldığı destek çok konuşuldu. Kılıçdaroğlu ile Sav'ın bu işbirliği Baykal'ı devirdi. Ancak aradan geçen kısa bir süre içerisinde Sav ile Kılıçdaroğlu'nun arası açıldı. Partide yaşanan kongre sancıları, Kılıçdaroğlu'nun parti yönetimindeki tercihleri ile birleşince, herkesin gerçek yüzünü görme fırsatı bulduk. Kardelen dergisi yazarlarından Kınıkoğlu ile CHP'deki iktidar mücadelelerini Baykal, Kılıçdaroğlu ve Sav yönünden konuştuk.
CHP’de yaşanan son gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Bir kaç günlük sürede parti ikiye bölünmüş gibi gözüktü. Sonradan Kılıçdaroğlu teşkilat üzerinde hakimiyetini güçlendirdi.
Öncelikle siyasetten çok uzak olduğumu belirteyek başlayayım. CHP’deki son gelişmeler neden uzak durduğuma örnek olarak gösterilebilir. Siyasette makam hırsı, o makamları asıl amacı dışında kullanma çok yaygın ne yazıkki. Kaideleri –bozan deği güçlendiren istisnalar elbette var.
CHP’deki son gelişmelere bakınca da bu hırsı, makam sevdasını, benim adamım senin adamın kavgasını görüyorum.
Kılıçdaroğlu –internnetteki takma adı ile KK- şu anda güçlü gibi gözükse de aralıktaki kurultayda taşlar yerinden oynayabilir. Siyasette bu tür değişikliklere şaşırmamak gerekiyor. Koltuk için dün kavgalı olanlar dost olabilir. Aralık sonundaki kurultay bu açıdan ilginç olacağa benzer.
İkiye bölünme ise çok doğru; KK partiyi, iktidara gelmelerine engel olan, halka uzaklıktan kurtarmak niyetinde, samimi mi değil mi emin değilim, ancak parti içinde hatırı sayılır bir grup ise, partiye, halka uzak olduğu için destek veriyor. Her iki durumda da parti için kayıplar olacağını düşünüyorum.
Sav’ın genel başkanına karşı bu tavrı ne manaya geliyor, Kılıçdaroğlu’nu son kurultayda Sav desteklemişti. Bu kadar kısa sürede bu destekten neden vaz gecti?
Hüsn-ü zan etmeye çalışırsak bunun sebebi şu diye düşünelim, Sav -batıl ye da hak- davasına o kadar bağlı ki, KK’nın bir kaç haftalık performansı sonunda davasına faydalı olamayacağını düşündü ve duruma el koydu. Size mantıklı geldi mi? Sav’ın itirazının başlamasına neden KK’nın partiyi klasik tutumdan çıkarıp halka yakınlaştırmaya çalışması ve kendi çevresinden buna gelen itirazlar da olabilir. Ama bana kalırsa en büyük neden kendine yakın kişilerin bertaraf edilmesi gibi
 …

11 Kasım 2010 Perşembe

Öztürk: Kişi Haklarına Tecavüz, Basın Özgürlüğü İle Bağdaştırılamaz

1966 yılından beri mensubu olduğu ve  1974 yılından beri de "Başyazarı" olduğu Hürriyet Gazetesi'nde 28.10.2010 tarihinde yayınlanan yazısında, Başbakan ve Hükümet üyeleri ile ilgili olarak hakaret içeren sözler kullanan Oktay Ekşi, başta kendi gazetesinin sağduyulu yazarları olmak üzere kamuoyundan gördüğü tepkiler neticesinde çalışmakta olduğu gazetesinden istifa etti. Neşredilen yazıdan sonra ve istifanın ardından hakkında pek çok şey söylendi. Ekşi'nin kişilik haklarına saldırı niteliğindeki yazısı neticesinde ilk defa böyle güçlü bir gazetenin güçlü bir yazarı hakkında kamuoyu oluştu ve baskılar istifayı da beraberinde getirdi. Yaşanan olayları ve sonrasını Kardelen Dergisi ve Bilecikte yayınlanan Sakarya Gazetesi yazarlarından Hikmet Öztürk ile konuştuk:

Geçtiğimiz hafta Oktay Ekşi Hürriyet Gazetesi’ndeki bir yazısında "Bu zihniyet analarını da satar..." sözlerini kullandı. Gelen tepkiler neticesinde önce özür diledi, tepkiler dinmeyince de istifa etti. Bu olayı nasıl yorumluyorsunuz?
Yıllarını basına adamış birinin böyle açık bir hataya düşmesi hiç bir şekilde mazur görülemez. Sağ görüşe karşı olan kininin dışa yansıması olarak değerlendiriyorum.
           Ekşi aynı zamanda Basın Konseyi’nin de başkanı idi. Gazetesinden istifa etmesine rağmen bu görevine devam ediyor. Sizce bu yeterli mi?
Yetersiz olduğunu düşünüyorum.
Ekşi’nin yazısını hükümete karşı basit bir eleştiri niteliğinde görenler var. Ayrıca yazının basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi isteniyor. Buna katılıyor musunuz?
Özgürlük sorumsuzluk değildir. Kişi haklarına tecavüz, basın özgürlüğü ile bağdaştırılamaz.
Hürriyet Gazetesinden daha önce de Bekir Coşkun ve Emin Çölaşan gibi hükümete yaptıkları muhalefet ile tanınan yazarlar ayrılmıştı. Yine bu iktidar döneminde Ertuğrul Özkök de Genel Yayın Yönetmenliğini bırakmıştı. Bu olaylar ile Ekşi’nin istifası benzer mahiyette mi?
Diğer yazarların ayrılması, patron-hükümet ilişkileri sebebiyle olmuşsa da, Oktay Ekşi’nin ayrılması genel tepki üzerinedir. Benzer mahiyet taşımadığı kanaatindeyim.
           Ekşi’nin istifasından sonra Fatih Çekirge de apar topar hükümetten “Eğreti Gelin” diye bahsettiği için özür diledi. Özründe kullandığı tabirin Anadolu’da ne anlama geldiğini bilmediğini iddia etti. Bu özrün samimi olduğunu düşünüyor musunuz?
Hayır, düşünmüyorum.
Siz bir dönem Belediye Başkanlığı da yaptınız. Siyasi bir geçmişiniz var. Şu anda da yerel bir gazetede köşe yazıyorsunuz. Her iki tarafın da hissiyatını yaşayan biri olarak yaşananları yorumlayabilir misiniz? Ekşi’nin özrü ve istifası yeterli mi, başbakanın ve bakanların olayı kişiselleştirmeleri ve dava açmalarına gerek var mıydı?
Güner Ümit ve M. Ali Alabora, canlı yayında bir topluma ithaf edilen mumsöndü ifadesini, canlı yayının akışı içinde kullandıklarında,  özür diledikleri halde çalıştıkları kanaldan ilişikleri kesildi. Oktay Ekşi’nin olayında, yazının kontrol edilme ve yeniden değerlendirme süreci göz önüne alınırsa, kullanılan cümlenin bilerek ve özellikle seçildiği anlaşılmaktadır. Sayın Başbakan ve bakanların, kişilik haklarına yapılan bu saldırıya karşı kayıtsız kalmaları düşünülemez.
28 Şubat döneminin hatıraları bu kadar tazeyken, o dönemki medya ile şimdiki medya düzenini değerlendirir misiniz? Medyadaki kartelleşmenin müspet yönde değiştiğini söyleyebilir miyiz?
28 Şubat döneminin medyası ile günümüzün medyası arasında kısmî farklılıklar olsa da, genellikle patrona dayalı basının, çıkar hesaplarını da göz önüne aldığımızda pek fazla bir değişikliğin olmadığını düşünüyorum.28 Şubat öncesi sol ağırlıklı olan basına karşı sağ kesim buradaki boşluğu görmüş ve kısmen eksiği tamamlama cihetine gitmiştir. Dengeli olduğu söylenememekle birlikte, sağ kesim lehine gelişmeler olduğu ifade edilebilir.
Şu anda gündemde Salih Memecan’ın, Kılıçdaroğlu’nu dansöz kıyafetiyle çizdiği karikatür var. Ekşi’ye yapılanın bir benzerini Ekşi taraftarlarının Memecan’a yapmaya çalıştığını görüyoruz. İki olay birbirine benziyor mu?
Karikatür, ifadenin çizgiye dönüşmüş halidir. Ülkemizde Genel Kurmay Başkanlığı yapmış birine, etek giydirilen karikatürler olmuştur. Eleştiri, ahlâk sınırlarını zorlamamalıdır. Benzeme konusunda bir değerlendirme yapamayacağım.

28 Ekim 2010 Perşembe

Bayrak: Anayasa Değişiklikleri, Çıkarılacak Uyum Yasaları İle Birlikte Gündelik Hayatımıza Etki Edecek...


Anayasa Değişiklikleri 12 Eylül Referandumu ile kabul edildi. Peki bu değişiklikler neler getiriyor, değişikliklerden gündelik hayatımız nasıl etkilenecek? Bu konuları Bilecik'te Serbest Avukatlık yapan, aynı zamanda Kardelen Dergisi'nin Editörü ve yazarlarından Av. Kadir Bayrak ile konuştuk. Bayrak'a göre, yapılan değişiklikler olumlu, ancak yeterli değil. Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var. Değişikliklerin gündelik hayata etkisi tespit edebilmek için mutlak surette "Uyum Yasaları"nın bir an önce çıkması gerektiğini söyleyen Bayrak, ayrıca demokrasinin ve sistemin bir kuralı olarak %50 + 1 oy verilmesinin değişiklikler için yeterli olduğunu, bu bakımdan toplumsal mutabakat şartının yürürlükte olan seçim kanunu ve diğer mevzuat uyarınca aramak gerektiğini söylüyor.

Genel anlamıyla anayasa değişikliklerini nasıl yorumluyorsunuz? Yapılan değişiklikler yeterli mi?

Üzerinde değişiklik yapılan metin 82 Anayasası olunca 12 Eylül’de halkoyuna sunulan paketi olumlu karşılamamak mümkün değil. Kamuoyunda özellikle HSYK ve Anayasa Mahkemesi ile ilgili değişiklikler önplana çıkınca diğerleri geri planda kaldı. Öyle zannediyorum ki anayasa değişiklikleri ile ilgili uyum yasaları meclisten çıkıp uygulamaya konulunca yapılanlar daha iyi anlaşılacak. Yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu muhakkak bu sebeple yapılan değişiklikleri yeterli kabul edemeyiz.

Anayasa millet iradesi olduğuna göre, Anayasa normu oluşturmak veya Varolan normu değiştirmek de millet iradesine uygun olmalı, bu bakımdan toplumsal mutabakat şart. Geldiğimiz süreçte toplumsal mutabakatın sağlandığını düşünüyor musunuz? Bir hukukçu olarak toplumsal mutabakatı sağlamanın yolu sizce nedir?

Toplumsal mutabakattan kasıt milletin tamamının üzerinde ittifak ettiği bir metinse bugünkü şartlarda bunu mümkün göremiyorum. Bu anlamda 82 anayasasını aldığı % 93’lük kabul oyuyla üzerinde en fazla mutabakat sağlanmış metin olarak değerlendirmemiz gerekir ama öyle değil. %93’lük bu oyun anayasa metnine değil, o günkü baskıcı yönetimin bir an önce son bulması için verildiğine inanıyorum. Son halkoylamasında değişiklik paketi tartışmaya yer bırakmayacak bir oranla kabul edilse de nihayetinde %42’lik bir kesimin kabul oyunu alamadı. Bunu toplumsal mutabakat sağlanmadı diye yorumlayanlar çıkabilir. Çok su götürecek bir mevzu olmakla birlikte ben bu kanaatte değilim. Demokrasinin kuralı bu; %50+1’i alan kazanır. Şahsî kanaatim değil ama sorduğunuz için söylüyorum, toplumsal mutabakatı sağlama adına belki anayasa değişikliklerinde halkoylamalarında da nitelikli çoğunluklar aranabilir…

Değişikliklerden kısaca bahseder misiniz? Bu değişiklikler gündelik hayatımızı nasıl etkileyecek?

Elimizdeki anayasa nihayetinde 160 küsür maddeden meydana gelen temel bir metin. 26 maddelik değişikliklerin gündelik hayata yansıması az öncede söylediğim gibi çıkarılacak uyum yasalarıyla gerçekleşecek. Kadınlara, şehitlerimizin dul ve yetimleri ile gazilere pozitif ayrımcılık getiren bir düzenleme var örneğin. İşe alımlarda, kamunun sunduğu hizmetlerde sağlık, eğitim vb. bu sayılan kesimlere kontenjan ayrılabilir, öncelik verilebilir. Bir hukukçu olarak anlamakta güçlük çektiğimiz iki madde değişti. Bunlardan biri Yüksek Askerî Şura kararlarının yargı denetimine açılması… Bugüne kadar disiplinsizlik, irtica gibi içi doldurulmamış soyut kavramlara dayanarak pek çok insan mesleğinden edildi. Ancak bu insanlar haklarını mahkemelerde arayamadılar. Şimdi bu değişti. Anayasanın meşhur geçici 15. Maddesi vardı. 80 ihtilâlini yapanları hukuk koruması altına alan madde. Bu maddenin kaldırılmasını sembolik bulanlar olsa da ben sivilleşmeye doğru atılmış anlamlı bir adım olarak görüyorum. Çalışma hayatını yakından ilgilendiren bir değişiklik yapıldı. İşçiler birden fazla sendikaya üye olabilecek. Meşhur 2 maddeyle HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısında değişiklik oldu. Kamu denetçiliği kurumu geldi.

Referandum propagandaları esnasında muhalefet özellikle iki madde üzerinde menfi görüş bildirdi. Bunlar da Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı ve üye sayısı ile Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı hakkındaki değişiklikler. Muhalefet, bu eleştirilerinde haklı mı? Değişikliklerden önce ve sonra bu iki kurumun işlerliğinde ne tür farklılıklar ortaya çıktı?

Bir kere muhalefet halkoylaması sürecinde hata yaptı. Paketin hazırlık aşamasında olumlu katkı vermek yerine hiçbir şeye karışmamayı tercih etti. Paket meclisten geçince bu kez Anayasa Mahkemesi’nden medet umdu. Oradan da beklenen netice gelmeyince sırf iktidar partisine prim kazandırmamak, onu yıpratmak adına pakete toptan karşı çıktı. Tartışmaya, kafa karışıklığı meydana getirmeye en müsait maddeler de dile getirdikleriniz olunca ister istemez kamuoyunda eleştirilerin haklı olup olmadığı yönünde bir endişe belirdi. Ben muhalefetin eleştirilerini haklı bulup bulmamanın ötesinde samimi bulmuyorum. Halkoylamasına sunulan paketle her iki kurumun yapısında da ciddî değişiklikler olduğu muhakkak. Bu değişikliklerin ne getirip götürdüğü zaman içinde, uygulamada ortaya çıkacak. Bence burada önemli olan şu; değişiklikten önce adı geçen kurumlar ve aldıkları kararlar kamuoyunu ne kadar tatmin ediyordu. Ayrıntıya girmeye gerek yok, 28 Şubat süreci ve sonrasında nasıl kararlar alındığı herkesin malumu.

Bu değişikliklerin Türkiye’de Yargı Bağımsızlığını güçlendirdi mi?

Temennim budur. Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın üye sayılarının arttırılması ve üye seçiminin daha demokratik hale gelmesi, geçici 15. Maddenin kaldırılarak sancılı bir dönemin hukuk denetimine açılması, YAŞ kararlarına karşı yargı yoluna başvurma… Bunlar arzu ettiğimiz hukuk adına güzel gelişmeler. İnşallah bütün bu gelişmeler yargı bağımsızlığını güçlendirir.

Avrupa’da Ombudsman ismi verilen Kamu Denetim Kurumu sizce gerekli miydi? Böyle bir kurumun faaliyetleri neler olacak? Bağımsız olarak çalışabileceğine dair güveniniz var mı?

Bugünkü iktidar döneminde Kamu Denetçiliği ile ilgili bir yasa çıkmış ancak bu yasa anayasal dayanağı olmadığı gerekçesiyle iptal edilmişti. Kamu denetçiliğinin anayasal bir kurum haline gelmesinin sebebi bu. Hali hazırda başta Avrupa olmak üzere 100’ü aşkın ülkede uygulanan bir sistem… İlk kez İsveç’te 1700’lü yıllarda uygulanmış. Zamanın İsveç kralı Demirbaş Şarl’ın Osmanlı’da görüp uyguladığı bir sistem olduğu bilgisi de mevcut. Eğer bu bilgi doğruysa ki ben bu kanaatteyim zaten kaynağı bizde olan bir sistem. Bunca yıldan beri geniş bir coğrafyada da uygulanan, denenmiş bir sistemin bizim ülkemizde de faydalı olmaması için bir sebep yok. Bugünkü sistemimizde idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açık, bu bir anayasa maddesi malumunuz. Bu bir hukuki denetim. Ama bu demek değil ki idarenin hukuka uygun bütün eylem ve işlemleri vatandaşı memnun ediyor. Kamu denetçisinin bu anlamda bir denetim sorumluluğu olacağını düşünüyorum. Ancak yasal düzenleme yapılacak olması sebebiyle faaliyet alanıyla ilgili daha detaylı bilgi sahibi değilim. Bağımsızlığı meselesine gelince, kanunları uygulayacak olan bizleriz. Doğruyu da yanlışı da biz tercih ediyoruz. Bence bu insanla, insan yetiştirmekle ilgili mesele… Kurumun her türlü etkiden uzak, bağımsız ve millet yararına çalışmasını arzu ederim.

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı verilmesi sizce yargı sistemimizi nasıl etkileyecek?

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını izah etmek için öncelikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden bahsetmemiz gerekiyor. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler buna Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile ilgili olan da dâhil anayasamız gereği iç hukukumuzun bir parçası. Buna göre Türk mahkemelerinde hakkını arayıp alamadığına inanan vatandaşımız, iç hukuk yollarını yani kanunla öngörülen bütün hukuk yollarını tüketmişse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava açıp hakkını arayabiliyor. Bu mahkemede ülkemizin iyi bir sicilinin olmadığı ve yüklü miktarda tazminatlar ödendiği de kamuoyunun malumu. Bahsettiğiniz değişikliğin bence en büyük faydası burada. Bir kere insan hakları alanında bir aşama olan bu değişiklikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvurular azalacaktır. Bunun yanında uygulamada meydana çıkan hatalar bu yöntemle düzeltilebilir. Ancak röportaj esnasında birkaç kez dile getirdiğim gibi değişikliklerin hayata uygulanması için öncelikle uyum yasalarının çıkması gerekiyor. Zaman içinde uygulamaları görüp yorum yapmak daha doğru olur kanaatindeyim.

26 Ekim 2010 Salı

Erdal: Erbakan'ın "Millî Görüş" adını verdiği siyaset artık sona eriyor!...


Anayasa Değişikliği referandumundan sonra, Saadet Partisi'nde yaşananlar ve Numan Kurtulmuş'un beraberindeki arkadaşlarıyla birlikte partiden istifa etmesi kamuoyunu uzun süre meşgul etti. İstifa neticesinde Saadet Partisi'nin başında 84 yaşındaki Necmettin Erbakan geçti. Numan Kurtulmuş cephesi ise yeni parti kurma telaşı içerisinde. Saadet Partisinde yaşanan bu gelişmeleri Kardelen Dergisi yazarlarından Ali Erdal Hocamız ile konuştuk.

Malumunuz Numan Kurtulmuş ve arkadaşları bir süre önce partiden ayrıldılar. bu ayrılık neticesinde çeşitli taşra örgütlerinden de toplu istifalar görüldü. Gelinen bu süreci nasıl yorumlamak gerek?

Herkesin görebileceği bir hususa işaretle başlayayım. Kurtulmuş, yanlış bilmiyorsam hareketin içinden gelen biri değil. Sonradan her halde davetle partiye alındı ve genel başkan yapıldı. Yani dışarıdan biri getiriliyor, doğrudan başkan yapılıyor. Bu demektir ki, içerde bu çapta biri yok. Veya var da görülmüyor. İkincisi, köşesinde oturan adamı getiriyorsunuz, ondan sonra onu meşru yolla uzaklaştırmaya gücünüz yetmiyor. Partiyi o kontrol ediyor, edebiliyor. Mahkeme yoluyla kontrolu ele geçiriyorsunuz. Yapılan iftar baskını da cabası... Üstelik ayrılırken teşkilatın dörtte üçünü beraberinde götürüyor.

Evet, götürüyor ve götürebiliyor. Yani sizin de dediğiniz gibi Kurtulmuş aslında üvey evlât. Öz bünyeden yetişmiyor, peki nasıl oluyor da giderken bu kadar insanla birlikte gidiyor, bu biraz da parti tabanının geride kalanlardan ümidi kestiği mânâsına gelmiyor mu?

Demek asıl zaaf, partiyi kontrolü altında tutan veya tuttuğunu sanan kişide. Dediğin gibi parti tabanı geride kalanlardan ümidi kesmiş. Kurtulmuş’u son ümit gibi görüyorlar ve onunla gidiyorlar.

Böylece Milli Görüş çizgisinden ikinci ayrılık yaşanmış oldu. Numan Kurtulmuş ile Recep Tayyip Erdoğan’ın Milli Görüş’ten uzaklaşmaları birbirine benzer süreçler mi?

Erbakan'a karşı bu ilk değil... Önce Erdoğan ve arkadaşları bir kongrede çıkış yaptılar, başaramadılar... İkinci olarak ayrıldılar... Demek ki, onunla parti içinde çalışmak mümkün olmadığı gibi mücadele de mümkün değil. Kurtulmuş bunun için yeni bir kongre denemesi yapmamakta haklı. Yarım yüzyıllık bir hareket… Şimdiye kadar kadrosunu her sahada kurmuş olmalıydı. O gün 20 yaşında partiye giren şimdi ihtiyar... Bu kadar zaman içinde kadro kurulamamış... Üstelik bizzat kendisi bu yaşında genel başkan oluyor. Demek ki, etrafında kendisi ile beraber ilk günden itibaren bulunanlar içinde de hareketi yönetecek kişi yok veya bizim bilmediğimiz sebepler var. Hareket, kadrolaşamadığına göre, ayrılanların davalarından uzaklaşmaları söz konusu olamaz.

Erbakan'ın bu yaşında yeniden parti başkanlığına gelmesine şaşırmamalıyız o halde? Açıklanmadan önce siz bunu bekliyor muydunuz, yoksa başka birini mi işaret eder diye düşünüyordunuz? Erbakan iddia edildiği üzere koltuğa oğlu Fatih'i mi hazırlayacak?

Bekliyordum… Demek ki, bu zamana kadar bir kimse yetiştiremediğinin kendisi de farkında ki bizzat kendisi geçiyor bu yaşta. Bundan sonra kimi işaret ederse etsin farketmez. Oğlu olsun, başkası olsun netice değişmez. Üzerinde konuşmaya bile değmez.

Az önce Kurtulmuş’un partiden ayrılmasını Erdoğan örneğini de ele alarak haklı buldunuz.

Evet, kalmak boşa emek olurdu. Girmesine şaştım… Ne şekilde olacağını kestirmek zor olabilir ama sonucun gitmek olacağını kestirmek zor değildi.

Ancak Kurtulmuş partiden ayrılırken Erdoğan gibi etrafında nispeten maya teşkil edecek bir kadro ile ayrılmadı. Böyle bir kadro varsa bile bu isimler şuan için bilinmiyor

Evet ama teşkilâttan pek çok kişi beraberinde… İl teşkilâtları… Kadro yok ama partili olduğunu söyleyenler ve partili olanlar var.

Teşkilât anladığımız kadarıyla Kurtulmuş’u destekliyor. Zaten tavırları da bu yönde, halbuki Erdoğan ve ekibinin ayrıldığı dönemde teşkilât Erdoğan’dan yana tavır almamıştı, Kurtulmuş partide kalsa genel seçimlerden sonra bir nefs muhasebesi şeklinde yeniden lider olma ihtimali daha yüksek değil miydi?

Mesele partide kalıp kalmamadan ziyade Kurtulmuş’un bu cemiyete ne söyleyeceği. Partide kalmak boşuna didişme… Demek ki, Erdoğan’ın ayrılışından bu yana partide ümitsizlik daha da artmış.

Kurtulmuş bir cevherse, bu cevher şimdi tabansız kalmadı mı? Partideyken en azından %5’lik bir tabanı bulunuyordu.

Didişmeye harcayacağı emeği, dışarıda harcasa daha verimi olur. Bir kısır çekişme olurdu. Liderse ve söyleyecekleri kabul görecek vasıftaysa kadrosunu da kurar. Partiye girişi hataydı, kalışı daha büyük hatâ olurdu.

Şimdiye kadar harekete geçmedi. Başta medya önünde çok görünüyordu, ama söylemlerinde yeni bir şey olmadığı hissedildi ki, medyada da eskisi kadar görünmüyor. Ayrıca Saadet Partisi’nden ilk kopuşlardan sonra hız kesildi, sanki Erbakan duruma hâkim oldu gibi.

Öyle, partide duruma hâkim… Bundan sonra giden olmaz. Gidecekler ayrıldı.

Parti kurmakta gecikmesi aleyhine değil mi?

Aleyhinedir her halde... Böyle bir sonu tahmin ediyordur. Hazırlığını ona göre yapmış olmalıydı.

Şu anda saadet partisinin merkez karar ve yürütme organlarında yaş ortalaması 50'nin üzerinde, genel başkanı 84, etrafındaki kadro da kendisine yakın yaşlarda. Bu durum Millî Görüş hareketinin sona doğru yaklaştığını gösterir mi?

Hiç şüphesiz... Sona eren Erbakan'ın “Millî Görüş” adını verdiği siyasî hareket… Kelimelerin hakiki mânâlarının ifade ettiği ‘millî görüş’ değil. Kimseye devredemeden, kendi omzunda son…

19 Ekim 2010 Salı

Ümidim, Anayasa Değişikliklerinin Kendi Medeniyetimize Yeniden Yönelme Hareketi Olması...




12 Eylül tarihinde Anayasa değişikliği halk oylaması yapıldı. Oylamadan önce başını Akparti’nin çektiği ve Saadet Partisi ile Büyük Birlik Partisi’nin desteği ile bazı sivil toplum kuruuşlarının da desteklediği “Evet” cephesine karşı CHP ve MHP önderliğinde pekçok büyüklü küçüklü siyasi partinin ayrıca çeşitli sivil toplum örgütlerinindesteklediği “Hayır” cephesi yer aldı. BDP’nin organizasyonu ile de boykotçular oluştu. Boykotçulara ve mecliste yer alan iki partiye karşı “Evet” Cephesi sandığa giden seçmenden %58 oranında destek gördü. Her ne kadar bu durum kamuoyunda “Başarı” olarak kabul edilse de değişikliklerin uygulanmaya başlaması ile birlikte tartışmalar da yeniden alevlendi. Biz de bu tartışmaları şimdilik nazara almadan; sadece referandum sürecini ve sonuçlarını Kardelen Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Ali Erdal Hocamıza sorduk.

Referandum sürecine girmeden önce devletin temel siyasi politikası olarak kabul edebileceğimiz Anayasanın bu şekilde parça parça değiştirilmesi ve sürekli tartışılır halde olması konusunda ne düşünüyorsunuz?

Anayasa diğer kanunlardan farklı ve üstün olarak, bir ruhtur. Milletin ruhu tecelli eder madde madde. Eğer milletin ruhu ile uyumlu ise yaşayıp gider, değilse ıstırabı olan kişinin, çareden çareye koştuğu gibi değişikliğe uğrar durur. Anayasa bir bütün olduğu için, bütün bir ruh olduğu için, parça parça değiştirilemez. Milletin fikir adamları bu ruhu tesbit ve ifade eder. Hukukçuları kanun ifadesine aktarır, siyasî iktidar Meclise sunar; böylece millî irade anayasa olarak tecelli eder. Parça parça değiştirilmesi yanlış ama, bahsettiğimiz seviyeye çıkabilmek için yürüyen çocuğun apıldaması gibi, gerekli gibi görünüyor.

Son paketteki değişiklikler sizce yeterli mi, kamuoyunda değişikliklerin bizi uluslar arası normlar bakımından çağdaş ülkeler seviyesine yaklaştırdığı kanaati var, buna katılıyor musunuz?

Tabiî ki yeterli değil. Bahsettiğim seviyeye yükselmek için basamak olması ümidindeyim. Çağdaş ülkeler diye bir hayal âlemi düşünülüyor, bir ütopya… Bahsedilen yerlerin öyle bir seviyede olduğuna inanmıyorum. Buna rağmen bundan sonra kat edilecek her mesafenin iyi gidiş olacağını düşünüyorum. Duraklama döneminden itibaren düşüşümüzün sona erdiğini, bundan sonra dipten yukarı çıkış olacağını ümit ediyorum. Yapılanlar bakımından değil, tarihî akış içinde varılması mukadder yerin iyi olacağına inanıyorum. Mevcut iktidarın gayretinin üstünde bir iyiye gidiş olacağını tarihî akış icabı olacak diye düşünüyorum. Çağdaş uygarlığa değil, bizim kendi medeniyetimize yeniden yönelme ümit ediyorum.



Referandum sürecine bakarsak, Anayasa değişiklik paketi mecliste görüşülürken MHP ve BDP; kısmen de olsa bu değişikliklere destek vermelerine rağmen referandumda bu desteklerini de çekerek aktif ve pasif olarak muhalif kaldılar. Bu partilerin ikircikli tutumları sizce kamuoyuna nasıl yansıdı, bundan sonraki seçimlere her hangi bir etkisi olur mu?

Bahsettiğiniz partilerin asıl zorluğu, kanaatimce, ne yapacakları hususunda çok emin görünmelerine rağmen; emin olmamalarıdır. Bir kimse tabiî bir ses tonuyla konuşmuyorsa, meselâ lüzum yokken bağırıyor, öfke gösteriyor, fısıldıyor, sesini değiştiriyorsa, o kişinin fikrinden de bir arıza vardır. Ben öyle düşünüyorum. Bahsettiğiniz partiler, ne yapacaklarından emin değiller. Emin görünmek için kararlarında ısrar ediyorlar. Millet böyle arızaları hisseder. Halk, bilmediğimiz antenleriyle, anlamadığımız şekilde karar verir. Nasıl öğrenci, sınıfa giren öğretmeni hiç dinlemediği halde doğru tesbitte bulunursa, halk da öyledir. Millî ruhuna uygunluğuna göre rey verir. Meselâ bu halkoylamasında evet demesi, ama yüzdesini % 58’de tutması fekalâde yüksek bir ruh olgunluğudur. Muhalefete yanlış düşünüyorsunuz derken, iktidara, daha fazlası ve alâsı için dirayet göster ve daha fazlasını hak et demiş oldu.

Kampanya süresince parti ve lider performanslarını nasıl buldunuz?

Sadece genel başkanların bulunduğu arenada CHP asıl konudan başka her şeye el atan gayretkeş… MHP, adeta inandıramayacağını bilmenin asabiyeti içinde, bir an önce bitsin der gibi şarkının sadece nakaratlarını söyleyen muteriz… İktidar, canını dişine takmış… Meselenin ehemmiyetini hissetmiş. Ama basit polemiklere girmemesi gerektiğinin farkında değil. Ortaya çıkacak başarının Ak Parti’nin olmayacağını bunun bir anayasa halkoylaması olduğunu söylemesi basiretli. Sonunda da bir zafer havası göstermemesi iyi…
Edebali Yurdu ve Sakarya Gazetesinde neşredilen bir yazımda şöyle demiştim: “Kayısıdan, kahveden, dürüstüm diye böbürlenmeden… Çık karşıma diye efelenmeden… Niçin hayır demek gerektiğini anlatmaya sıra mı geliyor…” Millet, karşısına bir meselede ikna etmek için değil, kavga etmek için çıkmışları cezalandırdı.

% 42 civarında hayır oyu çıkartan CHP ve MHP’de bu oranı başarı olarak görme eğilimi var. Buna katılır mısınız?

Millete hayır deyin, demişler, millet onların dediğini dinlememiş, nasıl buna başarı denecek? Hayır oylarının bir kısmı, belki etkili bir kısmı, çoğu Ak Partili olan belediye başkanlarına tepki oyları. Bilecik bunun en bariz örneği. Bu belediye başkanları tepki çekmeseydi, hayır daha düşük olurdu.

%58 Evet sizce ne ifade ediyor, seçmen kime ne tür mesajlar verdi?

Yukarda bahsettiğin yayınlardaki bir yazımın bir kısmını arzedeyim… Millet bu halkoylaması sonucu ile şöyle demiş oldu:
“Muhalefete:
● Çocuk korkutur gibi ‘(evet dersen…) diye başlayan tehditlerinizi, kaale almadım.’
● ‘Sizin varlık sebebiniz, millet hâkimiyetinden yana olmak… Kendilerini milletten üstün sanan darbecilere arka çıkmanızı ve millet hâkimiyetine ipotek koymak isteyen statükocuların yanında yer almanızı tasvip etmedim.’
İktidara:
● ‘Böyle parça bölük tekliflerle değil, Köklü değişikliklerle, burada kurulmuş yüce devletimizi doğuran ruha uygun anayasa taslağı ile gel karşıma!..’
Partilerin hepsine:
● ‘Hiçbirinizi, sözü dinlenmeye ve tam destek vermeye değer bulmadım.’”

Referandum sonuçlarının önümüzdeki sene yapılacak genel seçimlere etki edeceğini düşünüyor musunuz?

MHP ve CHP’nin iç hesaplaşmalarını açığa çıkardı bu halkoylaması sonuçları. Bu yönden bir etkisi olur. Ak Parti’ye de bir rahatlık sağladı. Hesaplaşmadan çıkacak sonuçlara ve iktidarın gayretine göre etkisi olur sanırım.

BDP’nin boykot taktiği güneydoğuda bazı illerde çok yoğunken bazı illerde ise seçmen boykota katılmadı. Boykotu ve sonuçlarını nasıl okumalıyız? Boykot sivil itaatsizlik taktiğine kapı açar mı?

Halkın seçime diyene hak verdiği için değil, tehlikeli olacağını düşündüğü için sandığa gitmediğini düşünüyorum. Okul boykotu bekledikleri kadar etkili olmadı. Bundan sonra BDP’nin etkisinin azalacağını düşünüyorum.

Boykota katılmayan seçmen büyük çoğunlukla evet dedi. Doğu ve Güneydoğuda seçmen hür iradesi ile sandığa gitseydi, sonuç sizce ne çıkardı?

Evet oyları artardı.

Bu durumda Kürt siyasi hareketinin zarar gördüğünden veya düşüşte olduğundan bahsedebilir miyiz?
Zaten bir Kürt hareketi yok… Amerika’nın maşası bir terör örgütü ve onun siyasette gölgesi var. Kürtlerin bütününü temsil etmiyor. Bir Kürt hareketi olsaydı fikir ve sanat sahasında başladıktan sonra siyasî harekete geçilirdi. Böyle taşıma suyla değirmen olmaz. Köklü olmaz. Gördük; Kürtçe eğitim isteğini Kürtçe söylemek isteyen milletvekili ilk cümlesini bile tamamlayamadı ve Türkçe söylemek mecburiyetinde kaldı. Aydınların fikir hareketi olsaydı geleceği olurdu. Bu şekilde bir yerde tıkanır. 30 yıl sürmesi, devletin meseleyi nasıl ele alacağını bilememesi sebebiyle devir devir yanlışlıklar yapılmasından.



Eveti sadece başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başarısı olarak görenler var, katılıyor musunuz?

Büyük oranda onun başarısı.
O halde Akparti’nin hala bir fikir partisi olmadığı, selefleri gibi tek adam partisi olduğu ortaya çıkar. Bu Akparti açısından bir zaaf değil mi? Bu zaaf nasıl giderilir?
Çok büyük zaaf… Kuruluşundan itibaren… Partide fikir temeline dayalı bir teşkilâtlanmaya giderek sağlam bir taban meydana getirmekle… Ak Parti, baştan beri, diğer partilere nazaran tercih mecburiyetinde kalındığı için ayakta duruyor… Yaşaması için bu zaafını gidermelidir.

7 Ekim 2010 Perşembe

Kardelen Yazarlarının Söyleyecek Çok Sözü Var...

Kardelen'in üç ayda bir çıkıyor oluşu, zaman zaman Kardelen yazarlarının ve genel anlamda derginin gündemden uzak kaldığı intibaını doğurmakta. Bu arızanın giderilmesi amacıyla Kardelen editörleri çareler düşünüyorlar ve çeşitli prensipler oluşturmaya çalışıyorlar. Yeni sayı konusunun artık neşredilen sayıda belirtilmeyip, siteden duyurulması bu yönde bir düşünce olup, bu husus dikkatli okurlarımızın gözünden de kaçmamış.


Gerek ülkemizin gündeminin gerekse ülkemiz ekseninde uluslararsı gündemin bu kadar hızlı değiştiği günümüzde; gerçekten de üç aylık periyotlar halinde neşredilen bir “Fikir Dergisi”nde, gündemi takip edebilmek çoğu zaman imkansız olmakta. Yazar olarak hepimiz çoğu zaman yeni sayı neşredilene kadar pek çok kereler yazımızı değiştirmek zorunda kaldık, kalıyoruz. Gündemdeki pek çok konu hakkındaki görüşlerimizi sırf bu yüzden Kardelen'i takip eden gönüldaşlarımızla paylaşamıyoruz.

Oysa bir fikir dergisi olarak neşir hayatına devam eden Kardelen'in, dolayısıyla Kardelen yazarlarının kamuoyunda tartışılan her konuda söyleyecekleri sözleri, paylaşacakları fikirleri var. Bu yüzden Kardelen'in basılı ve internetteki hali ile çelişmeden Kardelen yazarlarının her konuda fikirlerini beyan etmeleri için yeni bir plâtform oluşturmak için bir süredir çalışmaktaydık. İnternetin artık her eve girmesi ile insanlara ulaşmanın en kolay yolunun internet üzerinden yayın yapmak olduğu itiraz edilemeyecek bir gerçek. Herkesin özgürce fikrini paylaşabildiği bu sanal arenada, “blog” formatında yayın yapmanın internet yayıncılığı bakımından yerinde olacağı kanaatine vardık. http://fikirdamlasi.blogspot.com adresinden yayın yapacak olan bu yeni plâtformda düşüncelerimizi kamuoyu ile paylaşmak amacıyla basit usuller geliştirdik. Gündemdeki konularla ilgili olarak Kardelen yazarlarının görüşlerini mini röportajlar yoluyla aktaracağız. Editörce belirlenecek konu ile bazen bire bir bazen bir kaç yazarla birlikte yapılacak bu röportajlar çeşitli periyotlar ile blog sayfamızda yayınlanacak. Gündemi yakından takip ederek, Kardelen’in şahsiyetinin her olay karşısında zuhur etmesi amacıyla yayın hayatına başlayacak olan bu blog sayfamızda, zaman içerisinde okuyucularımızın da fikirlerini paylaşabileceği, yazarlarımıza sorular sorabilecekleri bir usul geliştireceğiz.

Dergimizin yazılı haline ve internet sitesine göstermiş olduğunuz ilgiyi, bundan böyle “Fikir Damlası” blog sayfamız için de göstereceğinizi ümid ediyoruz.

Murat Yorulmaz