Bu Blogda Ara

21 Nisan 2011 Perşembe

Büyükgüner: Veto Kararına Toplum Mühendislerinin Katkısının Olduğunu Düşünüyorum...


 


Yıllar sonra ilk defa sakin bir seçim dönemi geçirileceği yönünde kamuoyu ve medyada görüşler açıklanırken Yüksek Seçim Kurulu'nun bağımsız adaylarla ilgili almış olduğu karar siyasete müdahale olarak değerlendirildi. YSK'nın kararını, bu karara karşı kamuoyu ve siyasi partilerin söylediklerini Kardelen Dergisi'nin hukukçu yazarlarından Av. Mustafa Büyükgüner ile konuştuk.

Yüksek Seçim Kurulunun BDP’nin desteklediği bazı bağımsız milletvekillerinin adaylıklarını veto etmesini nasıl yorumluyorsunuz
, kamuoyunda söz konusu kararın siyasi bir karar olduğu yönünde hakim fikir var. Buna siz de katılıyor musunuz?

Her açıdan sıkıntılı bir süreç olduğunu düşünüyorum. Yüksek Seçim Kurulunun verdiği karar hakkında hukuki yorumda bulunmak için öncelikle mevzuatı ve milletvekili adaylarının hukuki durumlarını bilmekte fayda var. Hukuki değerlendirme soyut olayın somut norma uygulanması sonucunda yapılabilir. Bu hususta özellikle medyada, yeterli bilgisi olmayan yorumcuların, iyi veya kötü niyetle meseleyi proveke ettiklerini düşünüyorum. Öncelikle sakin bir kafayla olayı değerlendirmek lazım. Yasa ne diyor, hangi şartlarda milletvekili olunabilir, adaylar başvuru formlarını il seçim kurullarına verdiklerinde ön inceleme yapılıyor mu, eksikliklerin en baştan giderilmesi isteniyor mu bilmek gerekir. Zira en son yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere bu adayların çoğunluğunda memnu hakların iadesi kararlarının eksikliğinden bahsedilmekte. Halbuki milletvekili olabilmenin şartlarından birisi seçilme hakkını kaybetmemiş olmak, yani bu hakkı ortadan kaldıran bir suç işlememiş olmak… Veya böyle bir suç i

 şlenmiş olsa dahi, sonradan mahkemece seçilme hakkının ilgiliye iadesine karar verilmesi gerekiyor. Açıklamalardan anladığımız kadarıyla veto kararının altında memnu hakların iade edilip edilmemesi yatıyor. Bu yönden adaylarda bir eksiklik varsa, yani milletvekili olma şartları oluşmuyorsa, Yüksek Seçim Kurulunun veto kararı vermede haklı olduğu düşünülebilir. Ancak her halukârda vetoların evrak eksikliğinden kaynaklandığı anlaşılıyor. Zira adaylar eksiklerini tamamlayarak yeniden Kurula müracaat edecekler, bunu deklare ettiler. Bence burada Yüksek Seçim Kurulunun aday dosyalarını ön incelemeye tabi tutması, bu yönden eksiklikler görmesi halinde bu durumu ilgili adaya bildirerek düzeltmesine olanak tanıması gerekirdi. Karar siyasi mi, hukuki mi ayırmak çok güç. Ancak medyanın da yönlendirmesiyle kurulca siyasete müdahale edildiği fikrinin haki
 m olması anlaşılabilir bir şey. Benim kanaatim, krizin doğru yönetilmediği, yani YSK’nın aldığı karar hukuka uygun dahi olsa, kararı almadaki tavrının siyasi olduğunu en azından siyasete müdahale edildiğini düşünüyorum.
 
Bu sonuca nasıl ulaştınız?

Bir kere YSK aldığı kararı mesai saati bittikten sonra duyuruyor. Bu duyurma işini de basına sızdırarak yapıyor. Kararın verildiği ilk gün, kimse bu kararın hangi gerekçe ile verildiğini bilmiyordu. YSK sessiz kalmayı tercih etti. Ertesi gün de gayet politik açıklamalar yaptı. Gerekçeli kararımıza bakın dendi. Açıklayacak bir durum yok herşey ortada dendi. Bence YSK bu kararı verirken gerekçesini kamuoyu ile paylaşmayarak kamuoyu vicdanını zedelemiş oldu. Halbuki kararı bu şekilde medyaya sızdırmak yerine, uygun bir saatte basın toplantısı yolu ile bildirmiş olsa, hangi adayın neden veto yediğini halkın da anlayabileceği bir dille açıklasa belki bu kadar eleştirilerin odağında olmazdı. Üstelik kararın alındığı günün ertesinde Diyarbakır’da KCK davasının duruşmasının olduğu biliniyordu ve bağımsız adaylar bu davadan önce Diyarbakır’da miting düzenleyeceklerini açıklamışlardı.

YSK kararının altında Ak Partinin olduğu, Ak Partinin sırf Güneydoğuda dengeleri değiştirmek amacıyla bu kararın alınmasını sağladığı konuşuluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

YSK vetoları açıklanmadan kısa bir süre önce Başbakanın aday tanıtım toplantısında “Bizim için Kürt sorunu yok, Kürt vatandaşlarımızın sorunu var” türünden söylediklerini manidar buluyorum. Zaten kararın altında Akpartinin olduğunu dillendirenler de Başbakanın bu konuşmasına dikkat çekiyorlar. Bu konuşma ile YSK kararı bir tesadüf olabilir mi, yoksa Başbakan kararın çıkmasında müdahil olmasa bile bu kararın çıktığını veya çıkacağını önceden biliyor muydu? Bir şey söylemek çok güç. Aday toplantısında kullandığı cümleler… Ülkede yaşanan her şeye müdahil olmayı seven bir tarzı var. Doğru yanlış ayrıca tartışılır… Ama bu mizaçta olduğu genel kabul görüyor. Ama YSK’nın bu kararına karşı şimdiye kadar dişe dokunur bir şey söylemedi. Parti sözcüleri çeşitli platformlarda kararı değerlendiriyor ama Başbakan sessiz kalıyor. Başbakanın sessizliği bende YSK’nın kararında müdahil olmasa bile açıklanmadan önce bu bilginin kendisine ulaştığı izlenimini doğuruyor. Ayrıca basına sızan haber, Başbakan’ın önüne de geldiyse doğal karşılamak gerekir. Burada önemli olan Başbakanın yani iktidar partisinin bu krizde kendisini nasıl konumlandıracağı? Nasıl bir tavır alacağı önemli…



Karardan sonra BDP’lilerin Meclisin acil toplanması yönünde açıklamaları oldu. Buna karşı Muhalefet partileri, liderler düzeyinde görüşlerini dile getirdiler ama iktidar partisi bu konuda biraz pasif kaldı. Siyasilerin açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir kere meclisi toplamak bu sorunu nasıl çözecek onu bir açıklamak gerekiyor. Bu konuda BDP’li yetkililerin krizi sivil irade ile çözme taleplerini olumlu karşılıyorum. Ancak bununla birlikte isteklerimiz yerine gelmezse bise siyasi olarak yaşam hakkı tanınmadığı sonucuna varırız demeleri, mücadelemizi başka merciilerde yaparız imalarında bulunmalarını siyaset adamı kimliklerine yakıştıramıyorum. Buna aba altından sopa göstermek denir. Siyaset ile anarşiyi birbirine ikame etme gafletini göstererek çaplarını belli ediyorlar. Sonra da kendilerine suni bir mağduriyet kılıfı buluyorlar. Bu bakımdan güttükleri politikayı şahsiyet sahibi bulmuyorum. Bir kere meclis toplansa ne yapılacak. Meclisin toplanmasını talep edenin bunu da söylemesi gerekir. Ne gerekiyorsa o yapılsın demek, fikirsizliğin ifşa edilmesidir. Anayasa mı değiştirilecek, seçim kanunu mu, yoksa ceza kanunu mu değiştirilecek… Bunun için gerekli çoğunluk toplanabilecek mi? Kişiye özel böyle bir değişiklik yapılması evrensel hukuk kurallarına ne kadar uyacak? Ayrıca Seçim Kanununda yapılan değişiklikler ancak değişiklikten bir yıl geçtikten sonra yapılacak seçimlerde uygulanabiliyor. Bu Anayasa kuralı. Bu maddenin de değişmesi gerekecek, veya geçici madde mi konulacak. Bu durumda yine kişiye özel yasa çıkarılmış olmayacak mı? BDP parlemento toplansın diyor, ama toplanacak parlemento ne yapacak bunu söylemiyor. Parlementonun toplanması bu sorunu çözmekte yeterli olabilir mi? BDP’nin bu davetine CHP kanadından olumlu cevap verildiği görülüyor. CHP de meclisin toplanmasından ve gereğini yapmasından yana. Ayrıca CHP de bu işin sorumlusu olarak Akpartiyi hedef gösteriyor. Kılıçdaroğlu derhal meclis toplansın destek veriyoruz diyor, kimse de madem destek veriyorsun sen ön ayak ol, vekillerinin tamamının imzasını al, talebini hazırla kamuoyu ile paylaş demiyor. Bahçeli’nin açıklamaları ise partisinin YSK’nın kararına destek verdiklerini gösteriyor. Burada ben daha önce de söylediğim gibi Başbakanın bu hususta sessiz kalmasını manidar buluyorum. Başkan yardımcıları, bölge milletvekilleri görüş bildirdiler. Ama hiçkimse partinin resmi görüşünü söylemiyor. Burhan Kuzu’nun gazetelere de yansıyan YSK’nın aldığı karar şimdiye kadarki en doğru kararlarından biridir sözü acaba kendi fikri mi yoksa Akpartinin görüşü mü bu da belli değil. Neredeyse her kesimden olayın müsebbibi olarak gösterilen partinin böyle sessiz kalması ilginç. Ben daha önce de söylediğim gibi iktidar partisinin bu karara dahlinin olmadığını ancak açıklanmadan önce kendilerine bilgi verilmiş, iktidar partisine kendisini konumlaması için zaman kazandırılmış olunabileceğini düşünüyorum. İktidar partisindeki bu sessizlik bir karar verememelerinden kaynaklanıyor olabilir. Kendi vicdanları ile YSK kararı arasında çatışma yaşadıklarını düşünüyorum. Bu sessizliğin kamuoyu nazarında kendilerine oy ve itibar kaybettireceğini de tahmin ediyorum.

Bu kararın arkasında sizce kim var?

Aslında buna ceva verebilmek çok güç… Komplo üretmeden net olarak söylemek zor… Türkiye’de değişime direnen bir statükonun bulunduğu biliniyor. Bu statüko bürokrasinin içerisinde de var, askeriyede de var, yargıda, çeşitli kurumlarda, hatta medya ve sivil toplum kuruluşlarında bile bu statükonun parçalarını görmek mümkün. Gerek YSK’nın veto kararının alınması ve sonrasındaki süreçteki tavrı, gerek diğer devlet dinamiklerinin bu konuda sessiz kalmaları bu işi statükocuların yaptığı tezini kuvvetlendiriyor. Bununla birlikte benim, veto kararının alınmasında ülke içinden ve dışından çeşitli toplum mühendislerinin katkısı ve yönlendirmesi olabileceğini düşünüyorum. Aslında yazışma ve uyarılar ile çözülebilecik bir meseleyi, pimi çekilmiş bomba misali kamuoyu önünde tartışmaya açarak kamuoyunun ve çeşitli grupların tepkilerinin ölçüldüğünü düşünüyorum. Burada sadece Kürt kökenli vatandaşların tepkileri ölçülmüyor. Ülkenin geri kalanının bu krize nasıl baktığı, ne şekilde tartıştığı da ölçülüyor olabilir. Ortadoğuda yaşanan halk ayaklanmaları ile bağlantısı da olabilir. Kriz çözülene kadar güneydoğuda yaşanacakları çok iyi takip etmek gerekiyor. Bu bakımdan Diyarbakır’da yapılan gösterilerde, belediyelere ait iş makinalarının polise karşı kullanılması ve bu gösteride bir kişinin ölmesi olayların ne kadar büyüyeceği konusunda ip ucu veriyor.

Veto krizi sizce nasıl çözülür?

İktidar partisinin rolünün ve konumunun çok belirleyici olacağını düşünüyorum. Akpartinin bu sessizliği kendisine inanan ve destekleyenleri sükutu hayale uğratıyor. Akpartinin bu krize karşı tavır alarak, demokratik kurallar ışığında krizin çözümünde baş rol oynayarak, özellikle de Kürt Siyasetçilerini reel politika içerisinde tutarak demokrasinin gereğini yerine getirebileceğini düşünüyorum. Bence burada önemli olan krizi çözmek değil, statükoya karı tavır almak… Güneydoğudaki en büyük rakibinin üç beş milletvekili eksilecek diye statükoya karşı sessiz kalırsa, bunu kendi tabanına da anlatamaz. Ben bu krizin suni olarak çıkartıldığını, özellikle eksikleri giderilebilecek ama tartışılan adayların veto edildiğini, veto gerekçeleri giderildikten sonra YSK’nın kararını değiştireceğini ve sonra da bu şekilde seçime gidileceğini düşünüyorum. Tabi bu öngörümde yanılabilirim de… Ancak bu kısa zaman içerisinde partilerin alacakları tavırlar seçimin kaderini ve önümüzdeki süreçte devletin ve bürokrasinin reflekslerini de etkileyecektir. Seçim beyannamesi ile kendisine 4 yıllık dönemi değil 2023 yılını hedef gösteren bir partinin de krizin çözülmesinde tavır almasını, toplumun üzerine yüklediği bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder