Bu Blogda Ara

26 Nisan 2011 Salı

Erdal: Ortadoğu'daki Bu Hareket Hak Batıl Mücadelesinin Bir Tezahürüdür.



Ordadoğu'da yaşanan gelişmeler ile ilgili olarak Kardelen Dergisi yazarlarından Ali Erdal Hocamız ile yapmış olduğumuz röportaj, araya iç politikada yaşanan gelişmeler girmesi sebebiyle şimdiye kadar yayınlanamamıştı. Bilecik'te yayın yapan Sakarya Gazetesi'nde de sitemizden bahsedilerek kısım kısım yayınlanan bu röportajın tamamını sitemizden okuyabilirsiniz. Ortadoğu'da yaşanan gelişmelerle ilgili değerlendirmesini manşetten de okuyabileceğiniz Erdal, bu gelişmeler ne şekilde başlarsa başlasın veya kim tarafından başlatılırsa başlatılsın, nasıl gelişirse gelişsin bunu bir hak batıl mücadelesi olarak yorumluyor. Ne isim vereileceğini kimsenin kestiremediği bu hakereti "Müslümanlar'ın Kıyamı" olarak yorumlayan Erdal'a göre, zaten kaynayan Ortadoğu'da bu halk hareketlerinin yaşanma olasılığını gören Batılıların veya Yahudilerin bunu kontrol ederek menfaat sağlamak istemeleri mümkün görünüyor. Ancak her halakârda Müslümanların kıyamda olması sebebiyle, işin sonunun hak-batıl hesaplaşmasına gideceğini söyleyen Erdal, bir zamanlar İslâm dünyasına liderlik eden Türk milletinin, aynı misyonu yüklenmek ve ayakta kalmakla, küçük siyaseti kurtuluş zannederek, etkisiz kalmak ve erimek arasında bir tercih mecburiyeti olduğunu belirtiyor.

Lübnan’da başlayan ve Ortadoğu’nun neredeyse tamamına yayılan halk hareketini nasıl yorumluyorsunuz. Halk durup dururken neden ayaklandı?

Allah, insanı yaratmayı irade ettiğinde meleklerin ne dediği malûm… Yeryüzünü fesada boğacak bir canlı türü mü?.. Melekler, sadece Allah’ı tesbih ve tenzih ediyorlar, günah işlemiyorlar. İnsan ise nefsine uyup hak dışında şeylere kapılmakla, hakka inanmak ve ona göre yaşamak arasında serbest bırakılan mahlûk… Sevap ve günah potansiyeli… Tercihine göre meleklerden üstün veya hayvandan aşağı… Her an ya hakkın batıla, ya batılın hakka taarruzunu yaşayacak… Yunus Emre’nin dediği gibi gafletten kurtulacak ruh ile kibir arasında med cezir:

“Bir dem gelir Îsâ gibi,
Ölmüşleri diri kılar;
Bir dem girer kibr evine
Fir'avn ile Hâmân olur”

İmam-ı Rabbanî, her mücadelenin hak – batıl çarpışması olduğuna işaret eder. Hattâ iki karıncanın bir buğday tanesi için didişmesi bile… Bu durumda insan hayatının her anı ihtilâl... İyilikle kötülüğün baskın olma mücadelesi… Fertler için de, topluluklar için de…

Peygamber Efendimiz (sav) “Ümmetim kötüde ittifak etmez” buyuruyorlar. “İttifak etmez!”… Kötülük üzere ittifak halinde yaşamaz… Kötülük üzere olsa da topluluk bunda ittifak etmez.

İki asırdır dünya; gittikçe artan bir şekilde, Batı’nın iradesi, güdümü, etkisi, yönlendirmesi ve baskısı atında. Batı, dünyaya küçümseyen bir gözle, benim gibi ol ve kurtul diyor; Doğu da, ah bir onun gibi olsam hayalleri yaşıyor. Benim gibi ol demekten maksat bana tabi ol… Kaynaklarını bana tahsis et… Dünya adeta Batı’nın arka bahçesi… Aralarında, arka bahçeyi paylaşma mücadelesi var.

Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra Ortadoğu’yu Batı nizamladı. Kendi menfaatine göre... Kurduğu devletleri, binbir problem yaşayacak şekilde nizamladı. Meselâ İngiltere giderken Hindistan’la Pakistan arasında Keşmir anlaşmazlığı bıraktı. Fransızlar Hatay’ı Suriye ile aramızda problem yapıp gitti. Şiî topluluğa Sünnî hanedan, Sünni halka şii… Sınırları didişmelere sebep olacak şekilde çizdi. Sadece Ortadoğu’yu değil, bütün dünyayı idare ediyor; dünyaya yön veriyor. Madde başarılarına aldanıp Batı’yı zaten Doğu, kendisine rehber seçti. Yurt dışına çıkınca aydınları kravat takmayı bir şey sandı. Dış ülkelere bile çadırını götüren Kaddafi, görmüşsünüzdür, son olarak halkın içine Batılı kıyafete benzer bir elbise ile çıktı. Batılılaşma hareketleri Doğu devletlerinin en büyük gayreti, hattâ en büyük hedefi olmuştur. Bizde Batılılaşma başlı başına bir çığırdır. Edebiyatımızın bir bölümü, resmen okullarımızda “Batı tesirinde Türk edebiyatı” diye okutulur. Kurulan bu suni devletlerin tepesine Batı’ya hayran maymunları ve kadrolarını yerleştirmek zor olmadı. Yani bu devletler ve tepelerine çöreklenenler, daha işin başında meşru değillerdi. Kendileri çöreklenmediler, Batı imkânlarıyla çöreklendirildiler.

Fransız İhtilâli’ne kadar devletler Tanrı adına yönetiliyorlardı. Saltanat sahiplerinin dayanağı bu idi. Ondan sonra, Tanrı adına idare yerine, gücünü milletten almak anlayışı doğdu ve yerleşti. Halbuki Ortadoğu’da Batı’nın nizamladığı devletler ve bunların başında bulunanlar idare hakkını ne Tanrı’dan ne toplumdan aldılar. Yani onların kılıcını Batı kuşandırdı. Bunun için bu kadroların ayakta kalmaları milletlerini, baskı altında tutmalarına bağlı oldu. Bizde tek parti zihniyetinin meşhur sözünü hatırlayalım: “Halka rağmen, halk için”… Neden çünkü halk, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmez. Biz bildirmek mecburiyetindeyiz. Halk, Batı anlayışına yükseltilmeleri gereken sürüydü. Bizde bir devirde, İnönü devrinde köylüler Ankara’ya alınmamışlardı, şehrin görüntüsünü bozuyorlar diye. Diktatörlere göre halk inançlarından koparılmalı ve halkın gücü kırılmalıydı. Kendisi ve yandaşları, olabildiğince mevki, mal ve imkânla ile donatmalı, halk her şeyden mahrum edilmeliydi… Başkaldırma ihtimalini de düşünerek istihbarat, ceza ve fakirlik cendereleri içinde ezilmeliler ki, isyan edecek halleri kalmasın. Yani daha işin başında meşruiyetlerini halklarından almamışlardı. Kaynayan kapalı kazan nihayet patladı.

21 Nisan 2011 Perşembe

Büyükgüner: Veto Kararına Toplum Mühendislerinin Katkısının Olduğunu Düşünüyorum...


 


Yıllar sonra ilk defa sakin bir seçim dönemi geçirileceği yönünde kamuoyu ve medyada görüşler açıklanırken Yüksek Seçim Kurulu'nun bağımsız adaylarla ilgili almış olduğu karar siyasete müdahale olarak değerlendirildi. YSK'nın kararını, bu karara karşı kamuoyu ve siyasi partilerin söylediklerini Kardelen Dergisi'nin hukukçu yazarlarından Av. Mustafa Büyükgüner ile konuştuk.

Yüksek Seçim Kurulunun BDP’nin desteklediği bazı bağımsız milletvekillerinin adaylıklarını veto etmesini nasıl yorumluyorsunuz
, kamuoyunda söz konusu kararın siyasi bir karar olduğu yönünde hakim fikir var. Buna siz de katılıyor musunuz?

Her açıdan sıkıntılı bir süreç olduğunu düşünüyorum. Yüksek Seçim Kurulunun verdiği karar hakkında hukuki yorumda bulunmak için öncelikle mevzuatı ve milletvekili adaylarının hukuki durumlarını bilmekte fayda var. Hukuki değerlendirme soyut olayın somut norma uygulanması sonucunda yapılabilir. Bu hususta özellikle medyada, yeterli bilgisi olmayan yorumcuların, iyi veya kötü niyetle meseleyi proveke ettiklerini düşünüyorum. Öncelikle sakin bir kafayla olayı değerlendirmek lazım. Yasa ne diyor, hangi şartlarda milletvekili olunabilir, adaylar başvuru formlarını il seçim kurullarına verdiklerinde ön inceleme yapılıyor mu, eksikliklerin en baştan giderilmesi isteniyor mu bilmek gerekir. Zira en son yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere bu adayların çoğunluğunda memnu hakların iadesi kararlarının eksikliğinden bahsedilmekte. Halbuki milletvekili olabilmenin şartlarından birisi seçilme hakkını kaybetmemiş olmak, yani bu hakkı ortadan kaldıran bir suç işlememiş olmak… Veya böyle bir suç i

 şlenmiş olsa dahi, sonradan mahkemece seçilme hakkının ilgiliye iadesine karar verilmesi gerekiyor. Açıklamalardan anladığımız kadarıyla veto kararının altında memnu hakların iade edilip edilmemesi yatıyor. Bu yönden adaylarda bir eksiklik varsa, yani milletvekili olma şartları oluşmuyorsa, Yüksek Seçim Kurulunun veto kararı vermede haklı olduğu düşünülebilir. Ancak her halukârda vetoların evrak eksikliğinden kaynaklandığı anlaşılıyor. Zira adaylar eksiklerini tamamlayarak yeniden Kurula müracaat edecekler, bunu deklare ettiler. Bence burada Yüksek Seçim Kurulunun aday dosyalarını ön incelemeye tabi tutması, bu yönden eksiklikler görmesi halinde bu durumu ilgili adaya bildirerek düzeltmesine olanak tanıması gerekirdi. Karar siyasi mi, hukuki mi ayırmak çok güç. Ancak medyanın da yönlendirmesiyle kurulca siyasete müdahale edildiği fikrinin haki
 m olması anlaşılabilir bir şey. Benim kanaatim, krizin doğru yönetilmediği, yani YSK’nın aldığı karar hukuka uygun dahi olsa, kararı almadaki tavrının siyasi olduğunu en azından siyasete müdahale edildiğini düşünüyorum.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Kınıkoğlu: Krizin Kazananı Kaset Olayının Arkasındakiler...

Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olurken Önder Sav'dan aldığı destek çok konuşuldu. Kılıçdaroğlu ile Sav'ın bu işbirliği Baykal'ı devirdi. Ancak aradan geçen kısa bir süre içerisinde Sav ile Kılıçdaroğlu'nun arası açıldı. Partide yaşanan kongre sancıları, Kılıçdaroğlu'nun parti yönetimindeki tercihleri ile birleşince, herkesin gerçek yüzünü görme fırsatı bulduk. Kardelen dergisi yazarlarından Kınıkoğlu ile CHP'deki iktidar mücadelelerini Baykal, Kılıçdaroğlu ve Sav yönünden konuştuk.
CHP’de yaşanan son gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Bir kaç günlük sürede parti ikiye bölünmüş gibi gözüktü. Sonradan Kılıçdaroğlu teşkilat üzerinde hakimiyetini güçlendirdi.
Öncelikle siyasetten çok uzak olduğumu belirteyek başlayayım. CHP’deki son gelişmeler neden uzak durduğuma örnek olarak gösterilebilir. Siyasette makam hırsı, o makamları asıl amacı dışında kullanma çok yaygın ne yazıkki. Kaideleri –bozan deği güçlendiren istisnalar elbette var.
CHP’deki son gelişmelere bakınca da bu hırsı, makam sevdasını, benim adamım senin adamın kavgasını görüyorum.
Kılıçdaroğlu –internnetteki takma adı ile KK- şu anda güçlü gibi gözükse de aralıktaki kurultayda taşlar yerinden oynayabilir. Siyasette bu tür değişikliklere şaşırmamak gerekiyor. Koltuk için dün kavgalı olanlar dost olabilir. Aralık sonundaki kurultay bu açıdan ilginç olacağa benzer.
İkiye bölünme ise çok doğru; KK partiyi, iktidara gelmelerine engel olan, halka uzaklıktan kurtarmak niyetinde, samimi mi değil mi emin değilim, ancak parti içinde hatırı sayılır bir grup ise, partiye, halka uzak olduğu için destek veriyor. Her iki durumda da parti için kayıplar olacağını düşünüyorum.
Sav’ın genel başkanına karşı bu tavrı ne manaya geliyor, Kılıçdaroğlu’nu son kurultayda Sav desteklemişti. Bu kadar kısa sürede bu destekten neden vaz gecti?
Hüsn-ü zan etmeye çalışırsak bunun sebebi şu diye düşünelim, Sav -batıl ye da hak- davasına o kadar bağlı ki, KK’nın bir kaç haftalık performansı sonunda davasına faydalı olamayacağını düşündü ve duruma el koydu. Size mantıklı geldi mi? Sav’ın itirazının başlamasına neden KK’nın partiyi klasik tutumdan çıkarıp halka yakınlaştırmaya çalışması ve kendi çevresinden buna gelen itirazlar da olabilir. Ama bana kalırsa en büyük neden kendine yakın kişilerin bertaraf edilmesi gibi
 …